Aşağıdaki makale, ABD'de yayınlanan Class Struggle (Sınıf Mücadelesi) dergisinin Ağustos-Eylül 2010 tarihli 67. sayısından çevrilmiştir.
2009'un kasım ayında, Ford'un taviz taleplerini reddeden işçi hareketinin önderlerinden, sendika temsilcisi Gary Walkowicz, son UAW kongresinde sendika başkanlığına aday gösterildi. Walkowicz'in adaylığı, sendika bürokrasisinin işçilere dayatmaya çalıştığı tavizlere karşı direniş örgütleyen işçilerce desteklendi.
Detroit yakınlarındaki Dearborn kamyonet fabrikasındaki işçiler, Walkowicz'i desteklediklerini bir bildiri ile ilan ettiler. Aynı gün, Walkowicz, Detroit Free Press gazetesine verdiği mülakatta şöyle diyordu: "Seçimi kazanacağıma dair hayaller kuruyor değilim. Fakat adaylığımı sendika üyelerinin sesini duyurmanın bir yolu olarak görüyorum. (...) Sendikamız üyesi birçok işçi, son birkaç yıl içinde verilmiş olan tavizleri desteklemiyor."
Ford işçileri arasında Walkowicz'e olan destek yüksekti ancak sendika bürokrasisinin kongre üzerindeki sıkı denetimi nedeniyle Walkowicz'in kongrede fazla oy alamayacağı da açıktı. Nitekim kendisine fazla oy çıkmadı. Açık oyla yapılan seçimin ortasında zaten sonuç belli olmuştu. Sonuçta Walkowicz'in yüzde 3,54 tutarındaki 74,5 oyuna karşılık (şube olarak oy verilip, bir şubenin oyu bölündüğü için oy sayısı buçukludur - Ç.N.), sendika ileri gelenlerince başkanlığa aday gösterilen Bob King 2 bin 114 oyla seçimi kazandı.
Bu sonuç, Walkowicz'in adaylığının taşıdığı önemi küçültmez. Amacı, dayatılan tavizleri reddetmek olan işçi hareketinin önderlerinden birinin, işçilere bu taviz politikasını yıllardır zorla yüklemekte olan sendika yöneticilerinden birine karşı adaylığını koyması, ayrıca da on sekiz yıldır ilk kez bir UAW kongresinde birden fazla başkan adayı gösterilerek oylamaya gidilmesi, kayda değer olaylar.
"Yönetim grubu" - İşçilerin sırtına zorla çökmüş bir bürokrasi
UAW'ın baş yöneticileri, altmış yıldır, hep "alkışla" seçiliyor. Yani, "Yönetim Grubu" diye bilinen sendika kodamanları her kongreden önce başa gelecek yöneticileri belirliyor ve çok az sayıda kongre delegesi aday olma cesaretini gösterebiliyor.
Sendika tarihinin ilk on iki yılında, yani 1935 ile 1947 yılları arasında, sendikanın gerçek bir siyasi hayatı vardı. Her yıl kongre yapılıyordu. Hatta sendikanın politikası hakkında tartışmaların olduğu ve gruplaşmaların görüldüğü bazı yıllar bir yıl içinde iki kongre bile olmuştu. Siyasi açıdan, sendika içerisinde temsil edilen pek çok görüş vardı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında; işçilere hükümetin zorladığı "grev yapmama siyaseti"ni sendika yönetimi destekleyip de işçilerin çoğunun buna kulak asmadığı zamanlarda. Bu canlı sendika içi hayat, savaş bittikten sonra da bir süre devam etti.
McCarthy döneminde, burjuva devletinin de yardımı ile UAW üyesi işçileri disiplin altına alacak bir bürokrasi sendikanın başına getirildi. 1947 yılında, sendikanın son kez gerçek rekabete sahne olan başkanlık seçimini Walter Reuther kazandığı sırada, daha on yıl kadar öncesinde sendikayı kurmuş olan militanların tasfiyesine başlanmıştı bile. O seçimde, Reuther ve yandaşları amansız bir komünist karşıtı söyleme başvurmuşlardı. Reuther'in güçleri, sendika üzerinde kendi egemenliklerini kurmak üzere derhal harekete geçtiler. Dört yıl boyunca militan işçileri sendikadan attılar, militanları atamadıkları şubelerin yönetimine el koydular, militanları işten atan şirketlerle işbirliği yaptılar, militanları iş saatleri içinde fabrikadan kaba kuvvetle dışarı çıkararak şirketlere bu işçileri işten atma bahanesi sağlayan komünist karşıtı çeteleri teşvik ettiler.
İşte Reuther'in kurduğu bu zorba bürokrasi, daha sonra "Yönetim Grubu" olarak bilinen grubun temelini oluşturdu. Fabrikalarda varlığı görülmeyen ve sözü edilmeyen bu grup, o gün bu gündür UAW'ı denetim altına almış, son altmış iki yıldır sendika merkezindeki koltukları ile şubelerdeki mevkilerin çoğunluğunu elinde tutmuş, şube yöneticilerine kendi politikasını zorla uygulattı. Bu "Yönetim Grubu"nun kontrolü elinde tuttuğu altmış iki yıl boyunca, UAW başkanlık seçiminde sadece dört kez grup dışından aday çıkmıştır.
1970 yılında, General Motors 600 Nolu şubeden Art Fox ile 160 Nolu şubeden Pete Kelly tüm yönetici mevkilerine aday gösteren bir muhalefet listesiyle seçime girdi. Bu liste, 1960'lı yılların sonlarında çok yüksek olan enflasyona rağmen donmuş durumdaki ücretlerden ve başkaldıran şubelere karşı baskıcı bir tavır takınan merkez yönetiminden şikayetçi olan işçilerin duygularını yansıtıyordu. Ne var ki kongrede Fox oyların sadece yüzde 1,62'sini alabildi. İki yıl sonra 1972'de Kelly, bu kez Chrysler şirketinde sendika temsilcisi olan Jordan Sims'in başını çektiği bir listeden tekrar yönetime karşı adaylığını koydu. Sims, sendika yönetiminin izni olmaksızın üç kez greve giden Chrysler işçilerini desteklemiş ve bunun bedelini işinden atılmakla ödemişti. Sims böylece o dönemde yaygın olan izinsiz grevlerin simgesi haline gelmişti ve Detroit bölgesindeki fabrikalarda tüm işçilerce tanınan bir sendikacıydı. Buna rağmen, Sims kongrede oyların ancak yüzde 0,72'sini alabildi.
Sendikanın baş yöneticilerine karşı başka bir aday çıkana kadar aradan yirmi yıl geçti. 1992'de, daha önce bir "Yönetim Grubu" adayını bölge temsilciliği seçiminde yenmiş olan Jerry Tucker, sendika başkanlığı için kampanya başlattı. Tucker'ın adaylığı, verilen ödünlerden ve firmaların kapatma tehdidiyle fabrikaları birbiriyle yarıştırma taktiğinden yaka silken işçilerin hoşnutsuzluğunu yansıtıyordu. Yönetim Grubu, "eğer Tucker'a oy verirseniz fabrikanız kapanır" tehdidine dayanan bir kampanya yürüttü. Buna kişisel tehditler ve şantajlar da eklenince, sonuçta Tucker kongrede yüzde 5,34'ten fazla oy alamadı.
Böylece, son on sekiz yıl içinde ilk kez bu yıl, Yönetim Grubu'na karşı bir başkan adayı gösterilmiş oldu. Şimdi emekli olan Tucker ve Kelly, Walkowicz'in adaylığını desteklediler.
1947-1970: İşçiler patronlara karşı geri adım atıyor
Gerek otomobil sanayisinde, gerek pek çok diğer iş kolunda, UAW Yönetim Grubu, işçilere açıktan veya üstü örtülü olarak taviz yükleme yolunda şirketlerin en etkili silahı olmuştur.
Reuther'in sendikanın başında bulunduğu 1947 ile1970 yılları arasında, sözleşmeler yoluyla otomobil işçilerinin yaşam standardı yavaş yavaş yükseldi. Ayrıca işçiler emeklilik ve sağlık sigortası gibi bazı sosyal haklar da kazandılar. Ancak bu dönemde işçilerin emeği sonucu otomobil şirketlerinin kârında görülen büyük artış göz önüne alındığında, sosyal açıdan patronlarla işçiler arasındaki eşitsizliğin arttığı görülür. Sürekli olarak artan verimliliğin parsasını toplayan hep şirketler oldu. 1947 ile 1969 yılları arasında, işçi ücretleri ile patronların diğer işgücü giderleri yüzde 25 oranında artarken, kârda yüzde 77, şirket hisselerinde yüzde 60 ve yönetici gelirlerinde yüzde 80 artış görüldü. Ford, General Motors ve onlardan daha az oranda da olsa Chrysler, işgücü verimliliğinden gelen bu kârı kullanarak başka şirketler satın aldı, kendi finans firmalarını kurdu ve dünyanın dört bir yanına ahtapot gibi yayıldı.
Reuther yönetimi, ülke çapında merkezi bir bürokratik aygıta sahip olması sayesinde sayısı yüz binleri bulan, binden fazla işyerine dağılmış otomobil işgücüne birbiri ardına patronların istediği sözleşmeleri dayatmayı becerdi. Fakat işçiler, işi hızlandırmaya karşı olan öfkelerini, izinsiz grevlerle gösterdiler. 1961 yılında, yeni bir sözleşme işçilerin sırtına yüklendiği bir zamanda, izinsiz grev nedeniyle kapanmayan General Motors fabrikası kalmadı. Aynı durum, Ford şirketinde de tekrarlandı. Ulusal sendikayı kontrolü altında tutan Yönetim Grubu'na ulaşamayan işçiler, öfkelerini yerel sendika yöneticilerinden çıkardılar. Martin Glaberman'a göre, 1961 ve sonra tekrar 1963'te UAW şube başkanlarının üçte biri seçimi kaybetti.
Reuther yıllarında işçilerin yaşam standardına en büyük saldırı 1967'de gerçekleşti. Enflasyonun hızla arttığı bu dönemde, otomobil şirketleri hayat pahalılığı zammını sözleşmelerden çıkarmak istediler. Tabandan gelen baskı sonucu Reuther, Ford işçilerini greve götürdü. Kırk sekiz gün süren ve işçileri yıpratan grev, hayat pahalılığı zammını önce sınırlayıp sonra da tamamen ortadan kalkmasına yol açan bir sözleşme ile sonuçlandı.
1970-1978: İşçi militanlığı ve patronların saldırısı
Reuther'in ölümünden hemen sonraki yıllar, ABD ekonomisinde on yıllarca sürecek durağanlık ve kriz döneminin başlangıcına denk geldi. Bu ortamda Yönetim Grubu, işçilere daha da fazla fedakarlık dayatıp otomobil şirketlerinin kârını yükseltmek için daha sıkı çalışmaya başladı.
Başlangıçta şirketler tavırlarını sertleştirirken, Yönetim Grubu da işçilerin 1960 ve 1970'li yıllarda edindiği izinsiz grev alışkanlığını kırmak için kolları sıvadı. 1970 yılında Chrysler'ın Eldon aks fabrikası, ard arda gelen izinsiz grevlerle sarsıldı. Önce işten çıkarılan bir işçiyi savunmak için, sonra o ilk grevin başını çeken on iki sendika temsilcisini savunmak için, sonra da fabrikada meydana gelen ölümlere tepki olarak işçiler iş bıraktı. Yönetim Grubu, Chrysler tarafından işten çıkarılan sendika temsilcilerini savunmamakla kalmadı, üçüncü grevden sonra kovulmuş olan sendika temsilcisi Jordan Sims'in tekrar seçilmesini sendikanın olanaklarını (yani aidat paralarını) kullanarak önledi.
Ancak Yönetim Grubu'nun işçilere karşı en büyük saldırısı 1973 yazında geldi. Sendikanın baş yönetimi sopa, boru ve hatta birkaç da tabancayla donanmış bin kişilik bir goril ordusunu, Chrysler'ın Mack Avenue pres fabrikasındaki grevi kırmaya gönderdi. Sendika yönetiminin de yardımıyla, Chrysler doksan bir işçiyi işten çıkararak ve yüzden fazla işçiyi de disiplin cezasına çarptırarak, bütün yaz devam eden izinsiz grev furyasına son verdi.
Ertesi yıl sendika yönetimi, Dodge kamyonet fabrikasında işten çıkarılan bir sendika temsilcisi ile birkaç işçiyi desteklemek amacıyla başlamış olan izinsiz bir grevi kırmak için harekete geçti. Bu kez kullanılan yöntem, sendika ve devlet bürokrasilerinin işbirliği ile sahneye konan "seyyar mahkeme" oldu. Sürücülüğünü bir sendika yöneticisinin yaptığı bir kamyon, grev hattına getirildi ve kamyonun arkasına konmuş olan bir masada oturan yargıç da fabrika girişinden uzaklaşmayı reddeden her grevcinin derhal tutuklanmasına "karar verdi". Sendika yöneticileri yargıca, işten çıkarılmış olan sendika yöneticisini gösterdiler. Yargıç da bu kişiyi "suçlu buldu" ve tutuklanmasını emretti.
Bunu 1976 General Motors Fleetwood grevi izledi. Sendika şube başkanı ve bir diğer şube temsilcisi işten çıkarılınca, şube yönetim kurulu işçileri greve çağırmıştı. Grevin üçüncü gününde Yönetim Grubu, fabrikanın her bir girişini kontrol altına almak için bölge ve merkez sendika yöneticilerini fabrikaya gönderdi. Bu temsilciler, silah göstererek, işe dönmeyen işçilerin şiddete uğrayacağına dair tehditler savurdular. Sendika merkezinin şirketle yaptığı anlaşma gereği, grevden sonra on işçi işten çıkarıldı ve beş yüzden fazla işçi de çeşitli cezalara çarptırıldı.
1979: Tavizler başlıyor
1979 yılında üç büyük otomobil şirketi doğrudan taviz istemeye başladığında, sendika yönetiminin kendi üyelerine karşı olan saldırılarına 1974-75 ve 1979-81 yıllarındaki büyük işsizlik artışı da eklenmiş durumdaydı.
Yönetim Grubu önderleri şirketin istediği tavizleri açıkça savundular. İşçilere, Chrysler işçileri "kendi" firmalarını kurtarmak için fedakarlık ettiğine göre, Ford ve General Motors işçilerinin de fedakarlık yapması gerektiğini, aksi halde onların "kendi" firmalarının da Chrysler ile rekabet edemeyeceğini söylediler! Ve 2009'da olduğu gibi, sonunda hükümet işçilere tavizleri zorladı. O zamanki başkan Jimmy Carter (şimdiki başkan Obama gibi o da Demokrattı) işçiler tavizlere razı olmazsa Chrysler'ı iflasa terk edeceğini söyleyerek işçileri tehdit etti.
Bu dönemde ayrıca "çifte kazık" diye bilinen uygulama yaygın hale geldi. Bu uygulama önce Ford'da başlamıştı fakat sonra özellikle General Motors'da işçiler için zararlı bir hal aldı. Bunun ana nedeni, General Motors'un pek çok fabrikasının sürekli artan iş hızlandırma nedeniyle firma için vazgeçilebilir hale gelmesi idi. Sendikacılar, işçilere "kendi" fabrikalarını açık tutmanın tek yolunun patronun her istediğine boyun eğmek olduğunu söylediler. Patronların istediği ise verimliliği artırmalarına, çalışmayı daha da hızlandırmalarına engel olan çalışma kurallarını ortadan kaldırmaktı. Ve işte artan bu verimlilik, yani işçilerden daha hızlı iş çıkarma, sonuçta daha fazla fabrikanın kapanmasına yol açtı.
1982'de Chrysler işçileri, Yönetim Grubu'nun kendilerine kabul ettirmek istediği bir sözleşmeye "hayır" oyu verince, Yönetim Grubu işçileri aynı sözleşme için tekrar oy vermeye zorladı. Bu kez, sendika yönetimi işçilere, "eğer "hayır" derseniz fabrikanız kapanır" tehdidini savurdu. İşçiler direndiler ve "oylama 'doğru' oy verilene kadar tekrarlanacak mı?" diye alay ettiler. Ancak tehditler, zorlamalar sonucunu verdi ve sandıktan "doğru" oy, yani sendika yönetiminin istediği "evet" oyu çıktı.
Ancak sendikacılar işçilerin direncini her yerde kıramadı. General Motors'un Pontiac ve Flint'teki bazı fabrikalarında işçiler bu "çifte kazık" sözleşmelerini reddettiler. 1987'de, UAW tarafından temsil edilen sağlık işçileri Blue Cross sigorta şirketine karşı greve gittiler. Yönetim Grubu grevi örgütleyip güçlendirmek için işçileri bilgilendirmeye çalışan grev önderlerine açıktan saldırdı. Ancak on iki haftalık bir grevden sonra Blue Cross işçileri şirketi - ve de Yönetim Grubu'nu - geriletmeyi başardı.
Ancak genelde, UAW'a bağlı işçiler, taviz baskılarına boyun eğdiler. Bunun sonucu 1990 ile 2004 yılları arasında şirketlerin kârı yüksek oranda arttı ve şirketler, bu kârı otomobil üretimine geri yatırmak yerine finans sektörüne yatırarak çar çur ettiler.
Tavizler - İkinci bölüm
Patronlar, 2005'ten beri yaşamakta olduğumuz yeni taviz kampanyasında da eskilerininkine benzer yöntemler kullanıyorlar. Sendika yöneticileri patronların sözcülüğünü yaparken, Obama da aynen, zamanında Carter gibi işçilerin sırtına taviz dayatıyor.
Ancak bu kez tavizlerin etkisi çok daha büyük. UAW başkanı King'in de kabul ettiği gibi, 2005'ten şu ana kadar verilen tavizler sonucu, işçiler, yıllık ücretlerinde yedi bin dolar (11 bin TL) ile otuz bin dolar (48 bin TL) arasında bir miktarı kaybetmiş durumdalar.
Buna ek olarak, önceden üzerinde anlaşılmış zam, ikramiye ve hayat pahalılığı artışları iptal edilmiş ve sağlık sigortası azaltılmış durumda. Bunlara ek olarak, işçilerin belini büken iş hızlandırmaya yönelik bir dizi taviz var: Mola ve tatil sürelerinin azaltılması, on saatlik döner vardiyalar, işten çıkarılan işçilerin kıdemlilik haklarını kaybetmemek için ülkenin herhangi bir yerinde başka bir fabrikada iş kabul etme zorunluluğu, kalifiye işçilerin tek bir kategoriye konması ve on iki saatlik vardiya zorunluluğu gibi. Ve nihayet sendika, General Motors ve Chrysler'de ekonomik nedenlerle greve gitme hakkından 2015'e kadar vazgeçmiş durumda.
İşçilerin kayıpları bunlarla da kalmayacak. Emekli sağlık sigortasının sendika tarafından idare edilen ve aşırı para eksikliği çeken tek bir fonda toplanması, şirketlerin işçilere karşı olan sorumluluğunun işçiler emekli olduğu anda sona ermesi anlamına geliyor. Şu anda fabrikalara yeni gelmekte olan genç işçileri hedefleyen "iki kademeli ücret ve hak paketleri", otomobil işçilerinin yaşam standardını yarıya indirecek. Ve sonuçta bu tavizlerin tümü, şirketlerin emek giderlerini yarıdan da azına indirerek, hem otomobil şirketlerine hem de onların ardında duran bankalara sahip olan varlıklı sınıfın servetine servet katacak.
Ford işçileri, Yönetim Grubu'nun kıskacını gevşetiyor
2009 ekiminde Ford işçilerinin "hayır" oyunu, işte bu uzun tavizler zinciri ve Yönetim Grubu'nun UAW üzerindeki amansız kontrolü bağlamında değerlendirmek gerekir.
Aslında bu, otomobil işçilerinin çoğunluğunun tüm ülkede geçerli olacak bir sözleşmeyi ilk kez reddedişi değildi. 1982'de, Chrysler işçileri sözleşmeye "hayır" demişlerdi fakat sonra oylama tekrarlanmış ve işçiler "evet" demeye zorlanmışlardı. Ayrıca, sendikanın "kabul edilmiş" ilan ettiği pek çok başka sözleşmeyi de işçilerin çoğunluğu büyük bir ihtimalle reddetmişti fakat oy sayımı açık yapılmadığı için sendika yönetiminin ilan ettiği sonuçları doğrulama olanağı yok. Örneğin 2005 Ford oylaması (resmi sonuç yüzde 51 evet, yüzde 49 hayır) ile 2007 Chrysler oylaması (yüzde 54 evet, yüzde 46 hayır) özellikle kuşku uyandırmıştı.
Ancak 2009'da işçiler ilk defa sendika yönetiminin zorlamaya çalıştığı bir sözleşmeyi reddetmekle kalmadılar, sendika yönetimini de bu "hayır" oyunu kabul etmek zorunda bıraktılar. Ford işçileri, tavizlere o derece açıkça karşı çıktılar ki sendikacılar geri gelip yeni bir oylama yapamayacaklarına kani oldular.
2009'da Ford işçileri, bir fabrikadan diğerine birbirleri ile bağlantı kurmanın bir yolunu bulup birbirlerini bilgilendirdiler. Her fabrikada oyların kaydını tutmanın da bir yolunu buldular ve oyları kendileri bir araya getirip toplam oy sonucunu hesapladılar. Sendika yönetimi fabrikalara yüzlerce sendika görevlisi gönderip de işçileri tehdit edince, işçiler bu tehditlere karşı çıkmasını da bildiler. Sendikanın iki baş yöneticisi, Gettelfinger ve King bazı fabrikalara gelip "evet" oyu lehinde konuşmak isteyince, işçilerden layık oldukları sert cevabı aldılar.
Ford işçileri, tavizlere karşı örgütlenme yoluyla, Yönetim Grubu'nun on yıllardır süregelen kıskacını gevşetmeyi başardılar.
2010 UAW kongresi - Kriz içinde bir sendika
Yönetim Grubu, UAW 2010 Yönetmelik Kongresi'ne işçilere tavize zorlama alışkanlığı ile geldi. Ancak işçiler, 2005, 2007 ve 2009 oylamalarının da gösterdiği gibi, Yönetim Grubu'nun uzun süreli bu siyasetine olan hoşnutsuzluklarını artık açıkça dile getiriyorlardı.
Kongre gündeminde, bu sorunların tartışılabilmesi için zaman ayrılmamıştı.
Gündem ayrıca, sendikanın durumu ile ilgili herhangi bir tartışmaya da yer vermiyordu. Kongrenin ilk gününde bir delege basına şöyle diyordu: "Sanki sendika krizde değil."
Evet, sendika kriz içinde. Sırf 2006 Kongresinden bu yana, sendikanın üye sayısı 576 binden 344 bine inmiş durumda. Üye sayısının 1.528.000 ile en yüksek olduğu 1979 yılından, yani tavizlerin başladığından bu yana ise, UAW, üyelerinin dörtte üçünü kaybetmiş durumda. Bu müthiş üye kaybı, hem otomobil hem de diğer çoğu sektörde işçilerin karşı karşıya olduğu iki gelişimin belirtisi. Birincisi, UAW yöneticilerinin de onayıyla şirketlerin uyguladığı iş hızlandırma, var olan iş sayısını eksiltti. İkinci olarak ise, üç Detroit otomobil şirketi, işleri düşük ücretli taşeron firmalara aktardıkça da iş sayısı azaldı. İşçilerin kafasını bulandırmaya yönelik sendika propagandasının aksine, bu düşük ücretli taşeron işlerin çoğunluğu ABD'nin dışında değil, içinde.
Tüm kongre, sendika yönetiminin alışılmış ve aşırı formaliteci tutumu nedeniyle felce uğramış durumdaydı. Tabii sendika yöneticilerinin istediği de buydu.
Pek çok şube, kongreye tartışılmak üzere önergeler sunmuştu. Bazıları, Yönetim Grubu'na karşı duydukları bezginlik sonucu, temsilcilerin nasıl seçildiği ve sözleşmelerin nasıl oylandığı gibi konuları hedef almışlardı. Başkaları ise sendikanın siyaseti sonucu otomobil işçi ve emeklilerinin yaşam standardının düştüğüne dikkat çekmeye çalışıyorlardı. Emekli grupları da kongreye önergeler sunarak, emeklilerin maaş ve sağlık sigortalarını değiştirecek oylamalarda, emeklilere oy hakkı istiyorlardı.
Tüm bu konuları gündeme getirmeyi amaçlayan önergelerin hiç biri dikkate alınmadı. Toplam 126 önerge görmezlikten gelindi. Ve bu önergelerin gündeme yansıma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için, Yönetim Grubu Yürütme Komitesi, komiteler dışında kongreye sunulan her önergeye delegelerin "hayır" demesi yolunda bir "istek"te bulundu. Yönetim Grubu ayrıca delegelerden kongre kurallarını veya gündemini değiştirme yolundaki her öneriyi de reddetmelerini istedi.
Bunlara ek olarak kongreye, işçilerin yaşam standardına karşı olan saldırılar ile ilgili sayısız önerge de verildi. Fakat Yönetim Grubu, bu önergelerin hepsini 2010'da (yani bu kongreden bir yıl sonra) yapılacak olan sözleşme kongresinde tartışılması gerektiğini söyleyerek kapı dışarı etti!
Şubelerdeki kongre delege seçimi genellikle işçilerden en az ilgi gören seçimlerdir. Böylece, delegeler pratikte şube ileri gelenleri tarafından belirlenirler ve dolayısıyla kendilerini onlara borçlu hissederler. Bu tür bir süreçten çıkmış olan bu delegelerin bile çoğu, kongrenin gidişatından tedirgin oldu.
Bu tedirginliğin bir belirtisi, sendikanın baş yöneticilerinin kendi maaşlarına yapmak istedikleri zamma pek çok delegenin karşı çıkması oldu. Aynen işçilerin ücretlerini keserken kendi maaşlarını arttıran otomobil şirketi patronları gibi, UAW sendikasının baş yöneticileri, kendilerine yılda sekiz ile dokuz bin dolar arasında (yani yaklaşık olarak 13 bin TL ile 14 bin TL arasında) yeni bir zammı kongreden geçirmekte bir sorun görmüyorlardı. Bir defalık da olsa baş yönetimi dinlemeyerek, delegelerin dörtte bir kadarı önerilen bu zamma "hayır" oyu kullandı.
İşçileri ve sendikanın kendisini tehdit eden tüm ciddi sorunlara rağmen bu kongre, sanki her şey normalmiş gibi bir anlayışla düzenlenmişti. Ve öyle de geçecekti. Eğer bir delege Yönetim Grubu'nun seçtiği adaya karşı adaylığını koyup bazı gerçek sorunları gündeme getirmeseydi.
Walkowicz'i aday gösterirken yaptığı konuşmada, delege Cathy Abner şöyle dedi: "Biz [Dearborn kamyonet fabrikası işçileri] büyükanne-büyükbabalarımız ve ana-babalarımızın, uğruna mücadele ettiği hakların elimizden alınmasına sessizce razı olmadık! Biz, dört yıllık bir grev yapmama siyasetini içeren tavizleri reddettik - 2005'te yüzde 92'lik, 2009'da ise yüzde 93'lük "hayır" oylarıyla. Grev hakkımızdan bir dakika için bile vazgeçmek söz konusu olamazdı bizim için.(...)Sendikamız, geçmişte izlenen siyasetler sonucu büyük bir krizle, gerçekten acil bir durumla karşı karşıyadır. Kökten, 180 derecelik bir dönüş yapmalıyız. Tavizlere sırtımızı dönmeliyiz! İşçilerin çıkarlarına öncelik veren, mücadeleci bir siyasete geri dönmeliyiz! (...) Rouge fabrikası, 1937'de 'Üst Geçit Muharebesi'nin meydana geldiği yerdir. Bizim Dearborn fabrikası işçileri bugün hala o üst geçidi bilirler ve ondan 'Köprü' diye bahsederler. İşte şimdi tekrar 'Köprüye geri gitme' zamanıdır."
Evet, bugünün işçileri gerçekten de "Köprüye geri gitmeli", mücadeleye hazırlanmalıdırlar.
Fakat işte bu kongre, hem sembolik hem pratik açıdan mücadeleye karşı olduğunu kanıtladı ve grevleri destekleme fonundaki parayı azaltmaya devam etti. Eskiden beri, sendikanın aidat geliri üçe bölünür - yüzde 38 şubeye, yüzde 32 merkeze, yüzde 30 da grev fonuna gider. Ancak yedi kongre önce 1983'te başlatılan bir dizi karmaşık "geçici indirim" aracılığı ile grev fonuna ayrılan paraların bir bölümü şubelere, bir bölümü de merkeze aktarılmaya başlandı. "Geçici" diye diye, zamanla grev fonu küçüldükçe küçüldü. 2006 Kongresinden itibaren, aidat paralarının sadece yüzde beşi grev fonuna gitmekte. Ve gene o kongreden bu yana, grev fonundaki paranın işletilmesinden edinilen gelirin bir kuruşu bile fona gitmedi.
Grev fonuna gitmesi gereken paraları başka yere aktarmanın yanında Yönetim Grubu, son on beş yıl içinde, zaten fonda bulunan paraların da bir bölümünü almayı önerdi. Bu yolda 1995 Kongresi 50 milyon dolar (yaklaşık 80 milyon TL), 2002 Kongresi 75 milyon dolar (120 milyon TL), 2006 Kongresi 110 milyon dolar (175 milyon TL) ve bu son kongre 160 milyon dolar (250 milyon TL) tutarında parayı grev fonundan çekti. Yani toplam yaklaşık 400 milyon dolar (640 milyon TL) grev fonundan alınıp, "giderlerini" karşılaması için sendika merkezine aktarıldı. Ve bu söz konusu "giderler" arasında sendika ileri gelenlerinin maaşları, kongre delegeleri için düzenlenen eğlenceler ve politikacılara verilen büyük bağışlar da var!
Eğer grev fonundaki para 500 milyon doların (800 milyon TL) altına düşerse, bu "indirim"ler duracak. Ancak tabii Yönetim Grubu kırk yıldır çok az greve "izin verdiği" için, fondaki para hiçbir zaman o miktarın altına düşmemiştir.
500 milyon dolar (800 milyon TL) çok para gibi görünebilir. Fakat örneğin General Motors'da on haftalık bir grev, tek başına bu paranın yarısını alıp götürecektir. Bir şube tarafından grev fonunu 650 milyon dolara (1 milyar 40 milyon TL) çıkarma önerisi, kongrede tartışılmadı bile.
Sendika yönetimi böylece, mücadeleye hiç niyeti olmadığını açıkça belli etti.
Sonuç
Önce General Motors'da, sonra da otomobil parçası üreticisi Delphi'de tavizlere karşı verilen mücadelenin eski önderlerinden Gregg Shotwell, basın tarafından Walkowicz'in adaylığı hakkında fikri sorulduğunda şunları söyledi: "Gary'nin asıl dinleyicileri, kongrenin yapılacağı havalandırmalı salonda koltuklarına oturmuş o birkaç yüz sendika delegesi olmayacaktır. Onun asıl dinleyicileri, üç büyük Detroit şirketinin fabrikalarında ter döken yüz binden fazla otomobil işçisi olacaktır. Gary'nin gerçek amacı gelecek yılki sözleşme görüşmelerinde yeni tavizlere karşı direniş oluşturmaktır."
Walkowicz ise, kongreden sonra destekçilerine yaptığı bir açıklamada şöyle dedi: "Önemli olan bu seçimin sonucu değildi. Önemli olan bizim UAW üyesi işçiler olarak sözleşmemizin biteceği 2011'de ne yapacağımızdır. (...)Kongre sırasında ve kongreden sonra Bob King ve diğer UAW ileri gelenlerinin söylediklerine bakılırsa, bana öyle geliyor ki son yıllardaki politikalarına devam etmeye, yani şirketlerin çıkarlarını bizim çıkarlarımızın önüne koymaya niyetliler. Eğer sendikamızın gidişatını değiştireceksek, eğer gelecek yıl hakkımızı alacaksak, bu ancak bizim kendi çabamızla olacaktır. Direnmeye hazır tüm işçilerin çabasıyla - Ford ve Delphi işçileri gibi, mücadeleye hazırlanmanın zamanıdır."
İşçiler için kendi güçlerine dayanmaktan başka yol yok. Ford işçilerinin edindiği tecrübe, yani şirketin tehditlerine karşı koymaları, kendilerine ve diğer işçilere ilerideki mücadelelerinde yararlı olacaktır. Ford işçileri UAW'ın tarihinde ilk defa olarak "hayır" oylarını sendika yönetimine kabul ettirince, Yönetim Grubu'nun sendikanın işleyişi üzerindeki kontrolünü sallamış oldular. Bu, ileride başka işçilerin de geçeceği bir kapının açılmış olması anlamına gelebilir.
Son aylarda bazı işçiler - New York eyaletindeki New Process dişli fabrikasında, birkaç eski Delphi fabrikasında ve İndianapolis'teki bir General Motors fabrikasında - şirketlerin savurduğu ve sendikanın baş yöneticilerinin de destek verdiği tehditleri geri çevirdiler. Onlara Güneydoğu Mişigan bölgesinde patronların taleplerine direnen başka işçiler de katıldı - Detroit belediye işçileri, Wayne bölgesi ve Mişigan eyaleti kamu sektörü işçileri gibi. Eğer Ford'da başlayan direniş yayılmaya devam ederse, yalnız UAW içinde değil tüm işçi sınıfı için ortam değişebilir.
Şurası açık: İşçilerin sadece kendilerini savunmaları için değil, ayrıca kendi yarattıkları zenginliğe sahip olabilmeleri için de tek umut, kendi mücadeleleri olacaktır. (31 Temmuz 2010)