"Lutte de classe"' 192 - Mayıs 2018
* * * * * * * *
Ortadoğu'da büyük güçlerin ve destekledikleri yerel rejimlerin, genellikle farklı silahlı milisler üzerinden yürüttükleri savaşların arkasında, başka şeylerin yanında, petrol ve doğal gaz paylaşımındaki çıkar kavgası var.
Örneğin 13 Şubatta Türk savaş gemileri Kıbrıs'ın güneyinde, İtalyan ENİ şirketine ait petrol arama gemisinin önünü kesti. Çünkü ENİ, denizin derinliklerinde doğal gaz bulma amacıyla bölgeye yerleşmek istiyor. Türkiye'ye göre bu deniz sahası, KKTC'ye ait. Uluslararası düzeyde sadece güneyindeki Kıbrıs Cumhuriyeti resmen tanınmasına rağmen Türkiye bunu kabul etmiyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yaptığı uluslar arası anlaşmaları tanımıyor. İşte bundan dolayı Türkiye, ENİ'nin petrol-gaz arama gemisinin burada bulunmasına karşı çıkıyor.
Bu olayın birkaç gün sonrasında ABD'nin 6'ıncı filosu, bölgede İsrail savaş kuvvetleriyle birlikte askeri manevra yaparak Türkiye'ye uyarıda bulunup, ABD petrol şirketi EXXON'un bölgedeki haklarını hatırlattı.
Doğu Akdeniz'in denizaltı zenginlikleri
Kıbrıs Rum basını kaynaklarına göre 1956 yılında bir ABD'li jeolog ekibi, Doğu Akdeniz'in derin sularında doğal gaz bulunduğu tespit etmişti. Ancak hem teknolojik imkanların sınırlı olmasından hem de doğal gaz pazarının gelişmemiş olmasından dolayı, doğal gazı çıkarma girişimleri olmadı. 2000'li yıllardan sonra ABD'li Noble Energy gibi şirketler, gelişmiş teknolojik olanaklarını kullanarak derin denizlerde araştırma yapabildikleri için konuyla ilgilenmeye başladı. Derinlerdeki enerji kaynağı Kıbrıs Cumhuriyeti ile İsrail deniz sahalarında veya yakın bölgelerinde bulunduğu için Noble Energy onlarla anlaşmalar yaptı.
Şimdi; Suriye, Lübnan, Mısır ve Kıbrıs'ın hak iddia ettiği bu bölgede 12'den fazla kuyu kazıldı. Uluslar arası karasuları anlaşmalarına göre bir ülkenin deniz sahasının sınırları 200 deniz mili, yani 370 km ile sınırlı. Buna göre Doğu Akdeniz'de birkaç ülkenin karasuyu iç içe geçmiş durumdu.
2009'da İsrail karasularının karşısında Dalit ve Tamar isimli 2 kuyu açıldı ve çok önemli miktarda doğal gaz bulundu. 2010'da Leviathan isimli başka bir kuyuda hem gaz hem de petrol bulundu. Aynı dönemde Kıbrıs'ın güneyinde Afrodit isimli kuyuda gaz bulundu. Tahminlere göre bu kuyuda 200 milyar metreküp doğal gaz var. Mısır karasularında, Nil nehri yakınlarında bulunan Zohr isimli kuyuda da gaz bulundu. Tahminlere göre bu kuyuda 200 milyar metre küp doğalgaz ve 1.8 milyar varil petrol var. Rakamlara temkinli yaklaşmak gerekse de, çünkü bunlar sadece tahmin ve farklı kaynaklara göre değişiyor, bu kuyular çok önemli ve kuyuları farklı petrol şirketleriyle işletecek bölge ülkelerinin çıkarları farklı olduğu için gerginlik sürekli tırmanıyor.
Farklı kuyulardaki zenginliği paylaşmak için kavgalar başladı. ABD, aslan payını kapmak istiyor ve EXXON ile Noble Energy gibi grup şirketleriyle hareket ediyor. Bu açıdan ABD, Akdeniz'de sürekli bulundurduğu 6'ıncı filonun etkisini kullanmaktan hiç çekinmiyor. Fransa, Total şirketini, İtalya ENİ şirketini kullanarak çıkarlarını korumaya çalışıyor. Rusya, Kıbrıs Cumhuriyeti ile olan yakın ilişkilerini Novatek şirketi üzerinden kullanıyor ve de Rosnet, ENİ ile Zohr kuyusu için ortaklık kurdu. İngiltere, eski büyük sömürgeci geçmişine ve Kıbrıs'ta hala askeri üsler bulundurmasına rağmen, kaynaklarından pay koparamamış görünüyor ve bu nedenle pay koparabilmek için Türkiye ile işbirliği yapmaya çalışıyor.
Doğal gazı satabilmek için gerekli pazar sorunu
Sorun bu doğal gaz pastasında bir pay almakla sınırlı değil. Geriye esas sorun kalıyor; doğal gaz ve petrolü yer altından çıkarmak, yeteri kadar büyük ve satın alma gücü olan pazarlara ulaştırmak.
İsrail, Kıbrıs ve Lübnan gibi ülkeler için doğal gazı pazara ulaştırma veya satın alma gücü konusunda fazla sorun yok ama bu ülkelerin, çok büyük miktarda olacağı öngörülen gazı tüketme olanakları yok. Nüfusu kalabalık olsa da Mısır için de sorun aynı, çünkü kitlelerin satın alma gücü yok. Türkiye'ye gelince, kitlelerin satın alma gücü olsa da, ihtiyacı olan doğal gaz Rusya, Azerbaycan ve İran tarafından karşılanıyor.
Doğal gaz ürünleri için yeterli satın alma gücü olan pazarlara ulaşmada petrole göre daha fazla zorluk var. Petrol, büyük tankerlere doldurulup uzak ülkelerdeki pazarlara kolayca ulaştırılabilir. Doğal gaz doğrudan gemilere doldurulamıyor, önce sıvılaştırılması gerekiyor. Sıvılaştırma işi, hem pahalıya mal oluyor hem de taşımada güvenlik sorunları var. Sonuçta doğal gazı ulaştırmanın en iyi yolu, boru hatları ama çok uzak mesafeler için kolay değil. Doğal gazın en iyi pazarı, 500 milyondan fazla nüfusa sahip olan ve satın alma gücü çok yüksek olan Avrupa Birliği. Doğal gazı Avrupa pazarına gerek Akdeniz'den gerek Ortadoğu'dan taşımak için Türkiye üzerinden geçmek gerek. Örneğin Akdeniz doğal gazını Türkiye üzerinden geçirmeden Avrupa Birliği pazarına ulaştırmak için deniz altından boru hattı döşeyip Yunanistan üzerinden geçip mevcut doğal gaz boru hatlarına eklemek gerekir. Böyle bir çözüm, gerçekten çok pahalıya mal olur. Aslında bu olasılık daha çok, Türkiye ile yapılan pazarlıklarda baskı aracı olarak kullanılıyor.
İran (Basra Körfezi) doğal gaz kaynağı
Doğu Akdeniz'de bulunan doğal gaz kaynaklarına ek olarak daha uzaklarda kaynaklar bulundu. Dünyanın en büyük doğal gaz kaynağı İran, Suudi Arabistan ve Katar sınırları içerindeki Basra Körfezinde. Devasa miktarlardaki doğal gaz, tüm dünyanın ihtiyacını 130 ile 150 yıl kadar karşılayabilir deniyor. Bu üç ülke ararsındaki gerginliğin esas nedenin gazın pazara sürülmesinden kaynaklanması boşuna değil.
Katar, Basra Körfezindeki dünyanın en büyük doğal gaz havzasını İran ile paylaşmak zorunda. Katar'ın Kuzey Dome, İran'ın Güney Pars diye adlandırdığı bu gaz havzasında, tahminlere göre, 25 bin milyar metre küp gaz var. Bu gazın %70'i iki ülke tarafından çok ucuza çıkarılabilir. Katar, tek bir havza olan doğal gazı, İran ile birlikte işletmek zorunda ve İran ile iyi ilişkileri koruma isteği de bundan.
Bu durum, Suudi Arabistan'ın hiç hoşuna gitmedi, çünkü gazdan aslan payı almak istediği gibi doğal gaz ticaretinde İran ile rakip. Örneğin Trump, Haziran 2017'de Suudi Arabistan'ı ziyaret etmesinin ardından 2 hafta geçer geçmez, Suudi Arabistan ile Katar arasında kavga çıktı. Suudi Arabistan, Katar'dan İran ile olan ilişkilerini kesmesini istedi ve kendisi, Katar ile ilişkileri kesip, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn'in de Katar ile ilişkisini kesmesini sağlayıp Katar'a karşı karadan, havadan ve denizden çok sıkı ambargo uygulamaya başladı. Riyad, bu kararına gerekçe olarak Katar'ın terörizmi desteklediği iddiasını öne sürdü. Suudi Arabistan'ın bölgedeki, köktenci terörist hareketlere verdiği destek göz önünde bulundurulduğunda, bu iddianın ne kadar gülünç olduğu görülüyor.
Suudi Arabistan ile İran arasında Sünni ve Şii mezhepleri temelinde bir kavga olsa da esas savaş, bölgedeki petrol ve doğal zenginliğine kimin egemen olacağına ilişkin verilen savaştır. Bu konuda, 2000'de Katar'daki askeri darbe girişimini hatırlamada yarar var. Suudi Arabistan, daha o zaman Katar'ı, İran'la dostane ilişkiler sürdürmekle suçluyordu, askeri darbe girişiminde Suudi Arabistan'ın parmağı olduğu göründü.
Basra Körfezinde bulunan doğal gazın paylaşımıyla ilgili yaşanan sorunların ötesinde, Doğu Akdeniz'deki doğal gazın pazara ulaştırılmasında yaşanan sorunlardan daha ciddisi; bu gazın büyük ve satın alma gücü yüksek olan Avrupa Birliği pazarına taşınması sorunudur. Gazın bu pazara ulaşması Irak, Türkiye ve iç savaşın sürdüğü Suriye üzerinden olabilir. Suriye'de, IŞİD büyük ölçüde bitirilmiş olsa da ülkede yerel güçleri olan İran, Suudi Arabistan ve Türkiye arasındaki ve temel olarak Rusya ile ABD arasındaki çıkar kavgası sürüyor. Bu güçler, kavgalarını yerel güçler aracılığıyla devam ettiriyor. Basra Körfezi doğal gazının Suriye üzerinden Avrupa Birliği pazarına taşıma projesi, şimdilik dondurulmuş olsa da savaşın son bulup bir anlaşmayla sonuçlanmasında, bu sorunun çözümü önemli bir rol oynayacak.
Rusya'nın işin içine dahil olması
Rusya, 1990 ile 2014 yılları arasında petrol ve gaz fiyatının yüksek gitmesi sayesinde çok önemli dış gelir elde edebildi ve bunun sonucu olarak, ekonomisini kolayca yönetip kitlelerine bir hayat seviyesi garantileşmişti. Örneğin Rusya, açık fark ile Avrupa'nın en büyük pazarı olan Almanya ile sözleşmeler yaptı. Hatta bu dönemde, Almanya'nın eski Şansölyesi Schröder, Rusya'nın dev şirketi Gazprom'un idare heyetine katılmıştı. Ancak 2014'ten sonra enerji fiyatındaki önemli düşüş Rusya'yı zor duruma soktu. Ekonomik krizin daha kötüleşmesiyle büyük Batılı enerji şirketleri, Rus doğal gazının rekabetine karşı tepki göstermeye başladı. Ardından Rusya ile Ukrayna arasındaki krizin başlaması, Rusya'nın Ukrayna üzerinden Avrupa'ya doğal gaz boru hattıyla gaz nakletmesi sorun oldu.
Bu durumda Rusya doğal gazını Avrupa'ya, Karadeniz üzerinden bir boru hattıyla ulaştırmayı denedi. Bu amaçla Rusya, 5 milyar dolar harcayıp Bulgaristan'a varan bir doğal gaz boru hattı inşa etti. Avrupa Birliği ve ABD, Rusya'nın Ukrayna seçeneğinden vazgeçerek Bulgaristan kozunu kullanmasına tepki gösterdi. İşte tam bu ortamda, Rusya, Türk hükümetinin ABD ile sorun yaşamasını fırsat bilerek, Putin ile Erdoğan'ın aniden yakınlaşması sayesinde doğal gazın Avrupa'ya, Türkiye üzerinden ulaşması kararını alındı. 2016'da Rusya ile Türkiye arasında büyük bir doğal gaz boru hattı anlaşması yapıldı. Türk Akımı adıyla yapılan hat, Bulgaristan sınırına çok yakın. Böylece Rusya doğal gazını, Balkan ülkeleri başta olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerine pazarlama fırsatını yakalamış olacak.
Rus doğal gazının pazara sürülmesi sorunu, Suriye'deki savaştan da etkileniyor. Türk ordusunun, Kürt askeri güçleri YPG'nin, Suriye'de denetim altında tuttuğu Afrin bölgesine yaptığı askeri harekat, Rusya'nın desteği sayesinde oldu. Çünkü bölgenin hava sahası, Rus askeri güçlerinin denetimi altında. Rusya da durumdan memnun, çünkü böylece ABD ile işbirliği halinde olan Kürt güçler, zor duruma düştü. Rusya'nın, Başar Esad'ın en büyük destekçisi olduğu için Esad'ın, Türkiye ile yaşadığı sorunlardan etkilenme olasılığı var, buna Türkiye'nin son dönemde ABD ile yaşadığı sorunları da eklemek gerek.
Karşılıklı tarafların Türkiye'ye yaptığı baskı
İşte bu ortamda, 15 Şubat'ta ABD'nin dışişleri bakanı, yani Trump'ın dışişleri bakanı Ankara'ya gitti; Erdoğan ve dışişleri bakanı ile çok gizli ve uzun bir görüşme yapıldı. Görüşmeye resmi tercüman bile alınmadı. Tercümanlığı dışişleri bakanı Çavuşoğlu üstlendi ve daha önemlisi, resmi tutanak tutulmadı, resmi açıklama yapılmadı. Görüşmeden hiç bilgi sızmasa da ABD'nin, Erdoğan'ı çok ciddi uyardığı ve Erdoğan'a müttefik olarak gerekeni yapmasının hatırlatıldığını tahmin etmek zor değil.
14 Nisan'da ABD, Fransa ve İngiltere'nin, Suriye'nin kimyasal silahlar kullandığı iddiasıyla yaptığı saldırıda, bu ülke yöneticilerinin Suriye üzerindeki etkilerini bırakmak istemediklerini, üstelik bunun İsrail, Suudi Arabistan ve bu defa Türkiye tarafından da desteklendiği ve Rusya'nın desteklemediği görüldü.
Suriye topraklarında daha da uzun bir süre Suudi Arabistan ile İran ve onların arkasındaki Rusya ile ABD aralarındaki kavganın devam edeceği; ancak Türkiye'nin bazen bir tarafta, bazen de karşı tarafta yer alacağı görülüyor. Eğer bir gün Suriye sorununa bir çözüm bulunursa, bu, bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı ve pazara sürülmesine ilişkin bir anlaşma içerecek.
Bölgede yaşayan kitleler, daha uzun zaman dış güçlerin bölgelerinde yürüttüğü çıkar kavgasından dolayı zarar görmeye devam edecek. Suriye'nin kuzeyinde yaşayan ve son dönemde bir düzeyde özerklik elde etmiş olan Kürt halkı veya daha da genel olarak Suriyeli kitlelerin hakları, petrol ve doğal gaza el atan ve atmak isteyen güçlerin hiç ama hiç umurunda değil.
5 Mayıs 2018