* * * * * *
Bu broşürdeki yazılar, Fransa'da Troçkist bir yayın olan Lutte de Classe (İşçi Mücadelesi) dergisinin 161 nolu, 26 Haziran 2014 tarihli sayısından çevrilmiştir. (Ekim 2014 - Sınıf Mücadelesi)
*******
Giriş
Irak bir felaket ve iç parçalanma tehdidi yaşıyor. Dinci Sünni IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) milisleri tarafından Ocak ayında ülkenin batısında başlayan saldırı, 10 Haziran'da 2 milyon nüfuslu Musul'un (Irak'ın ikinci büyük şehri) ele geçirilmesiyle hızlandı. IŞİD, Suriye-Irak sınırının iki tarafında, milisleri tarafından denetlenen bir Sünni bölge oluşturdu. Irak silahlı kuvvetleri, dehşet saçarak kendilerini zorla kabul ettiren milislere karşı yenildi, bunun sonucunda emperyalist işgalden miras kalan merkezi devlet aygıtının kırılganlığı gün ışığına çıktı. Irak Kürdistan Özerk Bölgesi ise bu durumdan faydalanarak bağımsızlığını ilan etmek istermiş gibi görünüyor. Bu arada, Bağdat'ta ve ülkenin Güneyinde, Şii milisler güç gösterilerini gitgide çoğaltarak Sünni milislerin ilerleyişine karşı direnmeye hazırlanıyor. Irak hem iç parçalanma hem de bütün bölgeyi istikrarsızlaştıracak bir savaşa girme tehdidi altında.
Emperyalist yöneticiler, artık, istikrarsızlaştırma tehlikesinin tröstlerinin kârını olumsuz etkilemesinden korkuyor. Belirli bir süre boyunca hava bombardımanından bahseden ABD, şimdi İran'a yardım olanağını öne sürdü. Bölge düzenini geri getirmek gibi pis bir iş karşılığı, ona tanınabilecek ayrıcalıkları gözler önüne sererek İran'ın yardımını istedi. Ancak İran, bu kadar kolay işbirliği yapacakmış gibi görünmüyor. 24 Haziran'da hâlâ askeri "danışman" gönderilmesinden bahsediliyordu.
Emperyalist güçler, özellikle de bölgedeki petrol kaynaklarını denetimleri altında tutabilmek için defalarca müdahale ettiler ve oluşan bugünkü felaketlerden sorumlular. Başta ABD olmak üzere, emperyalist güçler, onlarca yıl boyunca yaptıklarına tepki olarak büyüyen yıkıcı güçleri denetleyebilmekten artık aciz.
IŞİD'din saldırısı
Bir yıldan uzun bir süredir, IŞİD Anbar ilinde (Irak'ın batısında) hükümet güçlerine karşı, arka arkaya rehine alarak ve intihar bombacılarıyla saldırmaya devam ediyor. Geçtiğimiz Ocak ayında, Anbar ilindeki, nüfusu 320 bin olan Felluce ve ardından 400 bin nüfuslu Ramadi olmak üzere, iki Sunii kenti ele geçirmişti. Şüphesiz bu iki zafer, bu bölgede çoğunlukta olan Sunii nüfusun; Bağdat'taki rüşvetçi Başbakan Maliki'nin iktidarına karşı olduklarına ve Maliki'nin iktidarını destekleyleyen Şiilere de karşı olduklarına inandıkları içindir. Şii kitleler başta olmak üzere (özellikle de genç Şiiler) ekonominin çökmesi nedeniyle büyük bir ümitsizliğe sürüklendi.
2003 yılında, Irak'ın ABD tarafında işgal edilmesiyle kurulan bu muhafazakâr Sünni milis, Suriye sınırının iki tarafına da şeriat adına yeni bir halifelik kurmak istediğini söylüyor. IŞİD'in hızlı bir şekilde ilerlemesi üzerine, çoğu, sefaletten kurtulmak için orduya katılan Iraklı er ve subaylar, merkezi hükümeti hayatları pahasına korumakta çıkarları olmadığından, kitlesel olarak ordudan kaçtı.
Sivil halk bir kez daha, Bağdat iktidarı ve milisler arasında sıkışmış durumda. Tahminlere göre Anbar'dan 500 bin kişi (nüfusun üçte biri) geçen ay gerçekleşen çatışmalar yüzünden kaçmak zorunda kalmış. Sadece Mayıs ayı boyunca, dörtte üçü terör saldırısında ve geri kalanı askeri operasyonlarda olmak üzere en az bin kişi öldürüldü. ABD işgali sırasında ölüm sayısı 2006 ve 2007'de zirveye ulaşmıştı ve o zamandan beri en çok ölüm 2013'de gerçekleşmişti.
Dokuz senelik bir savaş ve işgalin ardından Obama, Aralık 2011'de ABD ordusunun Irak'tan çekileceğini açıkladı, bununla birlikte geriye egemen, demokratik ve istikrarlı bir devlet bırakmakla övünüyordu. Bugün bunun ne halde olduğunu hepimiz görüyoruz.
İran-Irak savaşından işgale: Emperyalizmin rolü
Sünni çoğunluğu temsil ettiğini söyleyen IŞİD gibi, Şii azınlığı temsil ettiklerini söyleyen milisler de emperyalizmin ürünü. Eğer emperyalizm egemenliğini kabul ettirmek için açık veya kapalı bir şekilde Irak halkını bölünmeye sürüklemeseydi bu örgütler gün yüzünü göremezdi.
Birinci Dünya Savaşı sonrası, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması sonunda İngiliz emperyalizminin yarattığı, %54 Şii, %22 Sünni ve %24 Kürt'ten oluşan Irak halkı, elbette homojen değil. Ancak ülke halklarının bu farklılıkları, emperyalist güçlerin bölgesel oyunlarında Irak'ı kullanmadan önce 80 sene boyunca iç savaş görmeden bir arada yaşamalarını engellemedi.
Emperyalizme çeyrek asırdır hizmet eden İran Şah'ı 1979'da devrilince, Saddam Hüseyin emperyalizmden izin almaksızın iktidara geçen molla rejimini cezalandırmak için görevlendirildi. 1980'den 1988'e kadar süren 8 yıllık savaş bir milyon kişinin ölümüne ve Irak'ın neredeyse iflasına yol açtı. Bu savaş sırasında, Iraklı Şiilerin İranlı Şiilere karşı savaşa sürüklendikleri için hoşnutsuzluklarını belirtmesinden korkan Saddam Hüseyin, azınlık olan Sünni halka gitgide daha fazla dayanmayı tercih etti.
O dönemde, Saddam Hüseyin, ABD ve Fransız emperyalist yöneticiler için bölgede bir araçtı, tabii idam edilmesi gereken diktatör olmadan önce. Ancak emperyalist yöneticilere göre, 1990'da İran'a savaş açarak onlara ettiği yardımların karşılığını almak için Kuveyt'i işgal etmesi büyük bir hataydı. Emperyalist yöneticiler, meydan okuma ve kendilerine karşı bağımsızlık ilanı gibi görünen bu işgali hoş görmeme kararını aldı. Misilleme olarak, ABD tarafından yönetilen ve Fransa'nın da dahil olduğu koalisyon, 1991'de Birinci Körfez Savaşı'nı başlattı. Saddam Hüseyin Kuveyt'i boşaltmak zorunda kaldı. Yenilmiş olsa da, iktidarına karşı ayaklanan Güney'de Şiileri ve Kuzey'de Kürtleri yola getirmek için gerekli olduğuna karar veren Washington, iktidarda kalmasına izin verdi. Ancak baskı rejimi, halk ve rejim arasındaki çukuru biraz daha derinleştirdi.
Sonrasında 500 bin Iraklı çocuğun ölümüne sebep olan 10 yıllık Batı ambargosu başladı. Ambargo, Saddam Hüseyin'in iktidarını zayıflattı ve bunun toplumsal bakımdan korkunç sonuçları oldu. Buna karşılık olarak din adamlarına, özellikle de Sünni din adamlarına karşı ayrıcalıkları çoğalttı.
Emperyalist işgalinin bedeli
ABD emperyalizmi, Irak sorununu kesin olarak çözmek istiyordu. Çünkü asıl sorunu, büyük petrol zenginliği olan bu bölgeye tamamen egemen olmak ve aynı zamanda da bağımsızlık hevesi gösteren rejimlere, onları neyin beklediğini göstermekti.
11 Eylül 2001'de terör saldırılarının yarattığı siyasi ortam, Devlet Başkanı George Bush için bunu ispat etme fırsatıydı. Sözde kitle imha silahı ve El Kaide komandoları bulunduğu yalanı yeni bir savaşı meşrulaştırdı.
20 Mart 2003'de "Irak'ı özgürleştirme" isimli operasyon kapsamında Bağdat'a ilk füzeler atıldı. Nisan 2003'de, saldırıdan bir ay sonra, Saddam Hüseyin iktidarı devrildi. Mayıs ayında, ABD Devlet Başkanı, Irak'ta savaş operasyonlarının sona erdiğini açıkladı.
Ardından Birleşmiş Milletlerin de onayladığı ve bu bahane ile 8 yıl daha süren gerçek bir savaş ve işgal yaşandı. ABD-İngiliz işgal ordusu kuvvetleri de isim değiştirerek "uluslararası askeri güç" oldu. Bu güç, bu defa askeri güçlerin başa getirdiği geçici Irak hükümetinin isteği üzerine Irak'ı işgal etmiş oldu!
Ancak ABD işgali, kendini hiçbir zaman gerçekten dayatamadı. Müdahalenin ilk başlarında bazı Iraklılar, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesini iyi görmüş olsa da, yanılsamaları hızlıca ortadan kalktı. ABD işgalinden nefret edildi ve kitleler içerisinde öfke patlamaları başladı. ABD birçok ayaklanmayı bastırdı. Örneğin 2004'de Felluce'de ayaklanan Sünni kitleler katledildi ve komşu Suriye'ye mülteciler akın etti.
Milislerin yükselişi
Temmuz 2003'te ABD, işgal güçleri ile kitleler arasında bağ kurmayı amaçlayan geçici bir hükümet konseyinin oluşturulmasına başkanlık etti. Eski rejime karşı olan tüm muhalefet güçleri bir araya getirildi ve sürgündekiler de geri döndü. Şii partileri arasında, içinde teröristlerin de olduğun Dava Partisi ve de İran'ın desteklediği İslam Devrimi Yüksek Konseyi (İDYK) de var. Bunlar arasında Sünni partileri, Kürt partileri, Türkmen partileri, laik partiler ve hatta Irak Komünist Partisi de bulunuyordu.
Ancak durum istikrar kazanmadı. Bunun basit bir nedeni vardı; rejimin dayanağı olan ordu ve Baas partisi yıkılmıştı ve Amerikalı yönetici Paul Bremer, orduyu ve gizli servisi dağıtarak ve Baas'ı yasaklayarak geriye kalanları da yok etmiş oldu.
Saddam Hüseyin denetimi altındaki devlet aygıtının imha edilmesi, dini ve etnik temellere dayanan milislerin büyümesine yol açtı. Bu milisler arasında, Kürt peşmergeleri veya İDYK Şii milisleri zaten Saddam Hüseyin döneminde de gizli bir şekilde vardı. Diğer milisler ise işgal güçlerinin oluşturduğu nefret duygularını kullanarak var oldu.
Çıkarlarını gözettiklerini söyledikleri kitleleri korumak bahanesiyle, "yabancı" etkenleri "topraklarından" temizlemek için (aslında saflarında korkuyu korumak için) bütün milisler, aynı terör yöntemlerini kullanıyordu. Bunlar, olabildiğince toprak işgal edip bölgesel ya da ulusal çapta iktidar olmak istiyordu. Böylece, 60 bin üyesi olan Şii muhafazakâr Mukteda El Sadr milisi, Bağdat'ın yoksul mahallesi Sadr şehrinde ve başkentin güneyinde Kerbela ve Necef şehirlerinde kök saldı.
Arap dünyasının en laik rejimi olan Saddam Hüseyin rejimi boyunca beraber yaşayan Sünni ve Şii milisler, çatışmaya girdi ve çok geçmeden çatışmalar iç savaşa dönüştü.
İşgalcilerin politikası, olayları kızıştırmaktan başka bir şey değildi. İşgalciler, güvenmedikleri eski rejime bağlı Sünni milislerden kurtulmak ve düzeni geri getirmek için, Şii milislerden ve Kürt Peşmergelerden oluşan yeni bir devlet aygıtı yarattılar.
Yeni kurulan devlette fazla yer bulamayan Sünni azınlık, işgalciler tarafından yaratılan siyasi kuruluşlarda da yer bulamadı. 2005 Aralık seçimlerinden itibaren, bu kuruluşlar, Şii Dava partisinin ikinci lideri olan Başbakan Nuri El Maliki başkanlığında, Şii ve Kürt partilerin koalisyonuyla yönetildi. İç kavgalarla felç olan hükümetler, yolsuzluk ve ihmaller sonucu hızla itibar kaybetti.
Bu sene, ABD ordusunun gidişinden sonar, ilk kez yapılacak olan 30 Nisan seçimlerinde öne geçebilmek için Başbakan Maliki bazı Sünni politikacıları tutuklattı. Buna rağmen Maliki bu sefer, 328 koltuktan sadece 92'sini alabildi. Bu politik manevra, sadece Sünni azınlıkta öfkeyi körükledi.
Dağılma tehditinde Irak
Az da olsa normalleşme getirmek için işgalci güçlerin kullandığı bir hile de, 2005 Irak anayasasına eklenen federalleşmeydi. Amaç, kendi topraklarını kurabilmek ve bazı durumlarda da petrol kârının paylaşılmasını ileri sürerek, karşıt birlikleri etkisizleştirmeyi denemekti. Ancak tam aksi oldu.
Kürt bölgesi, 2003 işgalinden önce de zaten fiilen özerk bölgeydi. 2005 Anayasası, bu durumu yasal hale dönüştürdü, ancak özerk Kürt hükümeti ve merkezi hükümet arasında uyuşmazlıklar yarattı. Örneğin, Kürt bölgesi Bağdat'tan izin almadan enerji kaynaklarını satışa sunduğunda, birçok kez gerginlik yaşandı. Ayrıca, Kürt yöneticilerin, Bağdat güçlerinin, IŞİD saldırısı karşısında yerlebir olmasından faydalanıp kendi çıkarlarına göre çözebilecekleri, yeraltı petrolleri zengini olan Musul ve Kerkük bölgelerinin yönetimi sorunu var. Kürt yönetimi, zırhlı araçları ve 250 bin savaşçısı sayesinde, kuzeyde saldırıyı durdurup 12 Haziran'da Kerkük'ü işgal etti. Kerkük petrolüne göz diken Bağdat ve milislerin, Kürt bölgesinin böylesine büyümesine tepkisi ne olacak?
Irak'ın başka bölgelerinde, başka il yönetimleri ve illerde değişik partiler, Kürt örneğini uygulamayı denedi. Ülkenin güneyindeki Basra ilinde, yönetim, Al Fadhila (İslam Fazilet Partisi) isimli Şii muhafazakâr bir gurubun elinde. 2007 senesinde bu partinin yöneticilerinden biri şöyle demişti: "Fadhila grubu olarak, ilimizi kendi bölgemize dönüştürmek istiyoruz. İki milyon nüfusumuz, bir havaalanımız ve bir petrol limanımız var, devlet olmak için gereken her şeyimiz var."
Irak'tan çekilmeden önce emperyalist güçler merkezkaç güçlerin gelişimine izin vermişti. Bu güçler, merkezi iktidarı ele alamasalar da fırsatları olursa ülkenin bir kısmını almak ister. Bu güçler, Bağdat iktidarının çökmesinden faydalanarak belirledikleri bölgeleri işgal edebilir ve bu durum, Irak halkının hiçbir çıkarı olmayan bir iç savaşa veya Irak'ın parçalanmasına neden olabilir.
Bütün bölgenin istikrarsızlaşması
Irak'da gelişmeye başlayan iç savaş, emperyalist güçlerin politikası sonucu bütün bölgeyi tehdit eden krizin sadece bir parçası.
Irak işgali boyunca, Sünni grupların Suriye'ye göç etmesi, Beşar Esad rejiminin ezdiği Sünni muhafazakâr akımın yeniden ortaya çıkmasında büyük payı oldu. 2011 senesinin başınlarındaki halk eylemleri, askeri gruplar arasında çatışmalara neden oldu, Iraklı ve Suriyeli muhafazakâr milisler için katılım ve eğitim olanağı sağladı. Başka bir barut fıçısı olan Filistin ile sınırları olan Esad rejiminin çökmesi, burada da çok tehlikeli sonuçlara yol açabileceği için emperyalizm direkt müdahale etmekten kaçındı. Ama emperyalizm, Esad rejimini zayıflatıp onu itaakar kılmak için Esad karşıtı Sünni köktenci milislere bölgedeki taraftarlarının silah sevketmelerine göz yumdu.
Bugün, bunun yan etkilerine tanık oluyoruz. Suriye'ye geçen Irak Sünni milisleri, Esad'a karşı savaşta güçlendi ve şimdi Irak'a dönüyor. Öncelikle Anbar bölgesini istikrarsızlaştırarak, Ninova kentine ve sonrasında Bağdat yönetimine saldırdılar.
Yaşanan kriz, tabii ki bölgesel bir kriz. Şimdilik kimse Irak iç savaşının sonuçlarının ne olacağını, ülkenin parçalanıp parçalanmayacağını, tahmin edemiyor. Ancak bu iç savaş, Suriye, Lübnan ve Filistin savaşları yüzünden mahvolmuş bölgeyi biraz daha istikrarsızlaştırıyor. Emperyalist güçlerin egemenliklerini dayatma girişimleri, gitgide kontrol edilemez hale gelen güçleri uyandırdı.
Kargaşa ortamında ticaret devam ediyor
Ne son senelerin güvensizliği ne de şu an yaşanan iç savaş, bu yazının yazıldığı sırada, Irak'ın en büyük rafinerisi olan Beici rafinerisinin IŞİD milisleri ve hükümet arasında çatışma sebebi olması bile, emperyalist tröstlerin Irak petrolüne el atmasını engellemedi.
ABD'nin, Aralık 2011'de ordunun çekilmesinden sonra, arkasında 35 bin ücretli asker ve Bağdat'ta 17 bin çalışanı ile dünyanın en büyük ABD elçiliğini bırakmış olması, kârını korumak içindi. Irak bataklığa dönüşmüş olsa da, petrol "devlerinin" ve onları destekleyen bankaların petrolden daha da büyük pay alarak bekledikleri kârı alamamaları söz konusu değil.
Son senelerin güvensizliği, ticaretin ilerlemesine bazı engeller koymuş olsa da, tröstlerin bu kargaşada inanılmaz kâr etmesini engellemedi. Kuşkusuz, iç savaşın yükselişi, ihracat ve üretim altyapılarını tehdit edecek ve batı hissedarlarını zenginleştirecek kârı engelleyecek sorunlar yaratabilir.
Kitleler ağır bedel ödemeye devam ediyor
Irak halkı, emperyalist politikanın sonuçlarını ağır bedellerle ödedi ve ödemeye devam ediyor. En büyük sorun, insanların, bir suikast ya da askeri müdahale sırasında ölme ihtimali ve ülke çapında güvenlik şartlarının kötüleşmesi.
Savaş ve işgal, 5 milyon Iraklıyı ya ülke dışına (özellikle Suriye'ye, ama Ürdün, Türkiye ve Lübnan'a) ya da ülke içinde göç etmeye zorladı. Ülke içerisinde göç eden halkın büyük bir kısmı, su, sağlık tesisleri, tıbbi yardım ve yiyecek stokları olmayan 400 kampın içinde tıkış tıkış yaşıyor.
Komşu ülkelere kaçan Iraklıların oraya dahil olmak, oturma izni almak ve iş bulmak gibi bir umudu yok. Suriye'ye kaçanlar ise, şiddetin yükselişi ile yeniden yerlerinden olup yeni bir sığınak arayışında.
Petrol, Irak GSMH'ının %65'ini ve ülke gelirinin %90'ını oluşturuyor. Devlete para kazandırsa da, yolsuzluklar nedeniyle halka hiçbir faydası olmuyor. İşsizlik, Iraklı işçilerin en az yarısını etkiliyor. Gerçekte çok daha fazla olsa gerek. İşi olanlar ise fiyatların çok yüksek olduğu ülkede, güvensizlik ve düşük ücretlerle karşı karşıya.
2011 senesinde ücretlerin yükseltilmesi, ikramiyelerin ödenmesi ve iş güvencesi için mücadele eden petrol işçilerinde olduğu gibi, dönem dönem öfke patlamaları yaşandı. Kerkük Petrol ve Gaz İşçileri Sendikası temsilcisi, bir eylem sırasında "Bu ülkenin zenginliklerini biz üretiyoruz ve bu zenginlikler milletvekilleri ve sorumluların ceplerine giriyor. Bizler birer deve gibiyiz, altını taşıyoruz ve diken yiyerek besleniyoruz" dedi.
Halk su ve elektrik kesintileriyle günbegün mücadele ediyor. Sıcaklık 40 dereceyi aşınca ne buzdolabı ne de vantilatörler mevcut. Bağdat su şebekesinin neredeyse tamamı kullanılamaz hale geldi. 1970-1980 yıllarına kadar, Ortadoğu'nun en gelişmiş sağlık sisteminde korkunç bir gerileme yaşandı. Bağdat'ın en yoksul bölgelerinde kolera ve verem nüksetti.
Yaşanan bir gerileme daha var ki maddi koşullardan da kötü. Güncel hayata hakim olmaya başlayan dinciler, gitgide güçleniyor ve milisler kendi yasalarını dayatmaya devam ediyor. Böylece, Şii muhafazakâr lider Mukteda El Sadr'ın politik akımı, okul müfredatlarını etkilemek ve gençliğe el atmak için eğitim bakanlığına sızdı.
Bu sosyal, maddi ve ahlaki yozlaşma, özellikle kadınları etkiliyor. 1960'lı senelerden beri Iraklı kadınların hakları öbür Ortadoğu ülkelerine göre biraz daha gelişmişti. Ancak muhafazakâr milislerin politik ve sosyal hayata dahil olmasıyla beraber, kadınlar neredeyse bütün haklarını kaybetti. Iraklı kadınlar ve toplumun geri kalanı için emperyalist müdahale onları yarım asır geriye götürdü.
Kahrolsun Emperyalizm!
Bölgede egemenliğini güçlendirmek için emperyalizmin yaptığı müdahale, bölgeyi baruthaneye dönüştürdü. Onyıllardır, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun, Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmasından ve İkinci Dünya Savaş'ından sonra, ABD'nin Ortadoğu'ya yavaş yavaş el koymasına kadar, emperyalizm, Yakındoğu ve Ortadoğu'ya müdahale ediyor. Arap dünyasında var olan tarihsel bağlar, emperyalist güçlerin yağmalarına karşı etkili bir politik ve ekonomik bir temel oluşturabilirdi. Buna engel olmak ve zenginliklerine daha kolayca sahip olabilmek için bölgeyi bölmek emperyalizmin yararına. Bu politika sonuna kadar izlendi, öyle ki ilk dünya savaşından sonra yaratılan devletlerin kendileri de parçalanmak üzere. Suriye ve Irak'ı parçalayan iç savaş, Lübnan ve IŞİD'in ilerlemesinden tedirgin olan Ürdün'e sıçrayabilir. Ancak, 60 senedir bitmek bilmeyen ve dönem dönem savaşa dönüşen İsrail ve Filistin çatışmasını unutmayarak, bölgenin bütün ülkeleri, istikrarsızlaşma ihtimali ile karşı karşıya.
ABD emperyalizmi tarafından yaratılan kargaşa, artık bütün bir bölgeyi tehdit ediyor. ABD, Fransa'dan İngiltere'ye kadar bütün emperyalist ülkelerle bu sorumluluğu paylaşıyor. Fransa, 2003 senesinde George Bush tarafından karar verilen askeri operasyona karşı çıkmış olsa da, Ortadoğu'nun parçalanmasına katkıda bulundu.
Emperyalist egemenlik, sömürü, savaş ve halkların kanı üzerine kurulu barbarlık düzenidir. Emperyalizm, Ortadoğu'da korkunç bir barbarlık görüntüsü sergiliyor. Bu düzeni yıkmak, tüm insanlık için bir gereklilik.